
Gece Yarısı Çağrısı
Her şey, o sıradan Cuma akşamı başladı. Ayşe, uzun bir iş haftasının ardından evine dönmüş, yorgunluğunu atmak için kendine sıcak bir çay yapmıştı. Oturma odasında koltuğuna yerleşti, televizyonu açtı ve günün stresini atmaya çalışıyordu. Saatler ilerledikçe gözleri kapanmaya başladı. Tam uykuya dalmak üzereyken, cep telefonu aniden çaldı.
Telefonun ekranında “Bilinmeyen Numara” yazıyordu. Ayşe, bir an tereddüt etti. Gece yarısına yakın bir saatte gelen bu çağrı, içinde tuhaf bir endişe uyandırdı. Ancak merakına yenik düşerek telefonu açtı.
“Alo?” dedi temkinli bir sesle.
Karşı taraftan önce bir sessizlik geldi. Ardından, bozuk ve tiz bir ses duyuldu: “Beni bul… Beni bul…”
Ayşe, telefonu hemen kapattı. Kalbi hızla çarpıyordu. “Sadece bir şaka olmalı,” diye düşündü kendi kendine. Ancak içindeki rahatsızlık hissi gitmiyordu. Telefonu sessize alıp yatağına geçti. O gece, uykuya dalmakta zorlandı.
Ertesi sabah, Ayşe olayı unutmaya çalıştı. Ancak o gece, saat tam 12’de telefonu yeniden çaldı. Yine “Bilinmeyen Numara”. Bu sefer, çağrıyı reddetti. Fakat birkaç dakika sonra, aynı numaradan bir mesaj geldi: “Neden açmadın? Beni bulman lazım.”
Ayşe, mesajı okur okumaz elleri titremeye başladı. Bu bir şaka olamazdı. Birisi onu ciddi bir şekilde rahatsız ediyordu. Hemen polisi aramayı düşündü, ancak elinde somut bir kanıt olmadığı için bunun bir işe yaramayacağını fark etti. Bunun yerine, telefon numarasını engelledi ve olayı unutmaya çalıştı.
Ancak ertesi gece, saat yine 12’de telefonu çaldı. Bu sefer, farklı bir numaradan. Ayşe, çağrıyı açmaya cesaret edemedi. Telefonu sessize aldı ve yatağına uzandı. Ancak o gece, rüyalarında sürekli o tiz sesi duyuyordu: “Beni bul… Beni bul…”
Ertesi gün, Ayşe işe gittiğinde kendini toparlamaya çalıştı. Ancak ofiste bile o sesi duyar gibi oluyordu. İş arkadaşı Mehmet, onun dalgın ve endişeli halini fark etti.
“Bir sorun mu var, Ayşe? Bugün çok garip görünüyorsun,” dedi Mehmet.
Ayşe, başından geçenleri anlatmaya karar verdi. Mehmet, önce gülümsedi. “Muhtemelen bir şakacı seni hedef aldı. Endişelenme, bu tür şeyler sık oluyor.”
Ancak Ayşe, Mehmet’in sözlerine rağmen içindeki korkuyu atamıyordu. O akşam eve döndüğünde, telefonunu tamamen kapattı. Ancak bu, onu rahatlatmadı. Gece yarısına yakın bir saatte, kapısına bir ses geldi. Hafif, tıklayan bir ses. Ayşe, kalbi yerinden çıkacakmış gibi atarak kapıya yaklaştı. Gözünü kapının deliğine dayadı. Dışarıda kimse yoktu.
Ertesi gün, Ayşe işe gitmek için evden çıktığında, kapısının önünde küçük bir paket buldu. Paketin üzerinde herhangi bir isim ya da adres yoktu. İçinde ne olduğunu merak ederek paketi açtı. İçinden, eski bir fotoğraf çıktı. Fotoğrafta, genç bir kadın vardı. Kadının yüzü solgun, gözleri ise boşluğa bakıyor gibiydi. Fotoğrafın arkasında, el yazısıyla yazılmış bir not vardı: “Beni bul.”
Ayşe, fotoğrafı elinde tutarken titriyordu. Bu kadın kimdi? Neden onu bulmasını istiyordu? İşe gittiğinde, fotoğrafı Mehmet’e gösterdi. Mehmet, fotoğrafa baktığında yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi.
“Bu fotoğraf… Bu kadını tanıyorum,” dedi Mehmet. “Bu, birkaç yıl önce kaybolan bir kadın. Adı Zeynep’ti. Kaybolmadan önce bu bölgede yaşıyordu.”
Ayşe, Mehmet’in sözlerini duyunca içi daha da daraldı. Zeynep’in kayboluşuyla ilgili hiçbir şey bilmiyordu. Ancak şimdi, bu kadının hayaleti gibi onu takip ediyordu.
O gece, Ayşe uyuyamadı. Saat gece yarısına yaklaşırken, telefonu yeniden çaldı. Bu sefer, çağrıyı açmaya karar verdi. Karşı taraftan yine o tiz ses geldi: “Beni bul… Beni bul…”
Ayşe, cesaretini toplayarak sordu: “Kimsin sen? Neden beni rahatsız ediyorsun?”
Ses, bir an duraksadı. Ardından, daha net bir şekilde konuştu: “Ben Zeynep. Beni bulman lazım. Yoksa sen de kaybolacaksın.”
Ayşe, telefonu yere fırlattı. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki nefes almakta zorlanıyordu. Ertesi gün, Zeynep’in kayboluşuyla ilgili araştırma yapmaya karar verdi. İnternette yaptığı aramalar sonucunda, Zeynep’in birkaç yıl önce eski bir apartmanda kaybolduğunu öğrendi. Apartman, şehrin kenar mahallelerindeydi ve uzun süredir terk edilmişti.
Ayşe, Zeynep’in izini sürmek için o apartmana gitmeye karar verdi. Mehmet, ona eşlik etmeyi teklif etti. İkisi birlikte, terk edilmiş apartmana doğru yola çıktılar.
Apartmana vardıklarında, içerisi karanlık ve ürkütücüydü. Ayşe ve Mehmet, el fenerleriyle içeri girdiler. Her adımda, tahtaların gıcırtısı ve rüzgarın uğultusu kulaklarını tırmalıyordu. Zeynep’in yaşadığı daireyi buldular. Kapıyı açtıklarında, içerisi tozlu ve harap durumdaydı.
Ayşe, dairede dolaşırken bir şey dikkatini çekti. Duvarda, tıpkı fotoğraftaki gibi Zeynep’in bir resmi asılıydı. Resmin altında, el yazısıyla yazılmış bir not vardı: “Beni buldun. Şimdi sıra sende.”
Ayşe, notu okur okumaz arkasına döndü. Mehmet orada değildi. “Mehmet?” diye seslendi. Cevap gelmedi. Birden, odanın içinde o tiz ses duyuldu: “Beni buldun. Şimdi sıra sende.”
Ayşe, panik içinde daireden çıkmaya çalıştı. Ancak kapı kilitliydi. Arkasına döndüğünde, Zeynep’in hayaletiyle yüz yüze geldi. Zeynep’in gözleri boş, yüzü solgundu. Ayşe, çığlık atmaya başladı.
O anda, kapı aniden açıldı. Mehmet, içeri girdi ve Ayşe’yi sarsarak uyandırdı. “Ayşe, ne oldu? Burada uyuyakalmışsın!”
Ayşe, etrafına baktı. Hala terk edilmiş apartmandaydılar. Ancak Zeynep’in hayaleti yoktu. Mehmet, onu sakinleştirmeye çalıştı. “Burada durmayalım. Hemen gidelim.”
Ayşe ve Mehmet, apartmandan hızla ayrıldılar. Ancak Ayşe, o günden sonra Zeynep’in sesini duymaya devam etti. Her gece yarısı, telefonu çalıyor ve o tiz ses onu bulmasını istiyordu. Ayşe, artık uyuyamaz hale gelmişti. Zeynep’in hayaleti, onu takip ediyordu.
Bir süre sonra, Ayşe’nin arkadaşları onun davranışlarındaki değişikliği fark etti. Sürekli endişeli ve korku dolu görünüyordu. Sonunda, bir psikiyatriste gitmeye karar verdi. Ancak doktor, onun anlattıklarını dinledikten sonra, “Bu bir halüsinasyon olabilir,” dedi. “Stres ve yorgunluk, bazen böyle şeylere neden olabilir.”
Ayşe, doktorun sözlerine rağmen içindeki korkuyu atamıyordu. Zeynep’in sesi, onu takip etmeye devam ediyordu. Bir gece, artık dayanamayacağını anladı. Zeynep’in çağrısına cevap vermeye karar verdi.
Telefonu açtığında, Zeynep’in sesi duyuldu: “Beni buldun. Şimdi sıra sende.”
Ayşe, cesaretini toplayarak sordu: “Ne istiyorsun benden?”
Zeynep’in sesi, bu sefer daha yumuşak ve hüzünlü bir tonda geldi: “Beni özgür bırak. Beni bulduğun yere geri dön ve beni serbest bırak.”
Ayşe, ertesi gün tek başına terk edilmiş apartmana geri döndü. Zeynep’in yaşadığı daireye girdiğinde, duvardaki resmin altında bir şey fark etti. Resmin arkasında, küçük bir kutu vardı. Kutuyu açtığında, içinde Zeynep’in günlüğünü buldu.
Günlükte, Zeynep’in son günlerinde yaşadığı korkular yazıyordu. Birisi onu takip ediyordu ve sonunda onu öldürmüştü. Zeynep’in ruhu, ölümünden sonra bu daireye hapsolmuştu. Ayşe, günlüğü okuduktan sonra Zeynep’in ruhunu serbest bırakmak için bir ritüel yaptı. Daireyi temizledi ve Zeynep’in resmini yaktı.
O günden sonra, Zeynep’in sesini bir daha duymadı. Ancak Ayşe, her gece yarısı telefonun çalmasından korkuyordu. Zeynep’in ruhu özgürdü, ama Ayşe’nin korkuları devam ediyordu
Bir yanıt bırakın